15 Aralık 2008 Pazartesi

sevdim Seni Mabuduma,



Canan diye sevdim!...

28 Kasım 2008 Cuma

İslamda Kadın Erkek Eşitliği

Birkaç blogda gördüğüm kadın-erkek eşitliği kavgalarına ithafen....Bakalım dinimiz bu konuda ne demiş?


Bu soruya hemen "evet" veya "hayır" demek çok zor. Çünkü, soru bu haliyle yeterince açık değil. Onu bir başka soru ile açmak gerekiyor. "Nerede? Hangi konuda? Ne yönden?" gibi. Eğer, "hukukî açıdan" soruluyorsa, cevap olarak "evet" diyebiliriz.

Eğer, her hususta denilirse, o zaman, bu soruya cevap vermeye gerek kalmayacaktır. Zira, cevabı sorunun içindedir. Madem ki, iki ayrı cinsten söz ediliyor. Öyleyse mutlak eşitlik nasıl düşünülebilir?

Kadınla erkeğin eşit oldukları sahalar bulunduğu gibi, erkeğin kadını çok gerilerde bıraktığı, yahut onun çok gerisinde kaldığı sahalar da mevcut. Onun için, meseleyi sadece bir tek madde çözümlemek mümkün değil.

Şayet, "Kadınla erkek arasında iyi insan, üstün insan olma noktasında bir fark var mıdır?" diye sorulursa o zaman şunu hemen belirtmek isteriz: Hakimiyet başka, üstünlük ve fazilet daha başkadır. Bu ikincisinde hemen çalakalem şu yahut bu üstündür, demek çok zordur. Çünkü, kadın olsun erkek olsun, her insan Allah ın kuludur. O, hangi kulunu üstün tutuyor, daha çok seviyorsa ve hangi kulundan razı ise üstünlük ancak onundur. İlahi ferman olan Kur ana baktığımızda, üstünlük ölçüsü olarak, karşımıza cinsiyetin değil takvanın çıktığını görüyoruz. Evet, Allah indinde üstünlüğün ölçüsü takvadır.

Nedir takva? En kısa ifadesiyle Allah tan korkmak, günahlardan sakınmak, Onun razı olmadığı hareket, tavır, hal ve sözlerden uzak durmak. Onun rızasına ermeyi en büyük maksat bilip, bunu kaybetmekten son derece korkmak. İşte, kim böyle yaparsa üstün insan, faziletli insan odur. Bu noktada cinsiyete itibar edilmemiştir.

Takva dendi mi hemen salih ameli hatırlıyoruz. Salih amel, yani, hayırlı, güzel işler görmek. Onda da cinsiyete itibar edilmiyor. Mesela okunan her Kur an harfine karşılık on sevap verilmişse, bu bütün insanlar için böyledir. Kadına daha az, erkeğe daha çok sevap söz konusu değil.

Soruyu bir de psikolojik yönden ele alabilir ve şöyle sorabiliriz: Kadınla erkek arasında psikolojik yönden farklılık var mıdır?

Bu soruya hiç tereddüt etmeden elbette diye cevap veririz. Kadınla erkek arasındaki psikolojik farklılık kendini çocukluk çağından itibaren göstermeye başlar. Erkek ve kız çocukların oyuncakları farklıdır. Bir kız çocuğu en çok oyuncak bebekleri sever. Henüz evlilik nedir bilmediği o yaşlarda, bebeklerini bağrına basar, öper, elbiselerini değiştirir, beşikte sallar ve uyutur. Günün büyük bir kısmını onlarla geçirir. Erkek çocuk ise, taksi, uçak, tabanca gibi oyuncaklara daha fazla rağbet gösterir.

Bu çocuklar büyüdüklerinde bu defa, sohbetleri değişir. Erkeklerin toplantılarında daha çok, iş hayatı yahut politika konuşulurken, kadınlarda ön sırayı ev eşyaları ve örgüler alır.

Kabiliyet yönünden de iki cins arasında bariz bir fark var. Erkek, terkip ve tahlilde, kadın ise taklit ve ezberde daha ileri. Bir misal ile anlatmak gerekirse; erkek bir mimari eseri ortaya koymakta, onun bütün bölümlerini güzelce yerleştirmekte, kadından daha ileri. Kadın ise, o eserin herhangi bir bölmesini ince nakışlarla süslemekte erkekten çok daha hassas.

Erkek dış aleme daha açık. Şefkatte kadından geri, ama teşebbüs kabiliyetinde ileri. Kadın ise erkeğe nispeten daha içe dönük. Bunun en büyük faydası, yavrusuna ve yuvasına göstereceği ihtimam.

Bu iki cinsin zafiyetleri de farklılık gösteriyor: Erkekte, tahakküm ve baskı hastalığı mevcut. Kadında ise, gösteriş ve desinler belâsı.

Kadının en bariz bir özelliği de hassasiyetidir. Buna "teessürilik" deniliyor. Kadın, çevreden etkilenmekte erkekten daha hassas. Dolayısıyla, telkine kapılmaya, aldatılmaya ondan daha müsait.

Kadında sezgi gücü, erkekten çok kuvvetli. Değişikliğe ondan daha çok ihtiyaç duymakta, yenilik ve heyecana daha açık. Vücut büyüklüğü itibariyle ve güç ile kuvvet yönünden, kadın erkekten genellikle daha geri. Bunun neticesi olarak, sığınma ihtiyacı kadında kendini daha fazla hissettiriyor. Ama bazılarında bu ihtiyaç, aşağılık kompleksine dönüşüyor; bu da erkeklik kompleksi olarak kendini gösteriyor.

Kadın, hayat arkadaşına (ona nispetle) daha çok bağlı. Ondan daha vefalı. Dünya sevgisinde erkekten çok ileri.

Kadını bu psikolojisi içinde değerlendirmek ve onun erkekleşmesine değil, ideal bir kadın olmasına çalışmak gerekir.

Etrafımıza şöyle bir göz atalım. Bütün canlılarda bedenler ve ruhlar arasında mükemmel bir uygunluk var. Ceylan ruhunu, aslan bedenine sokmak ve onu aslanca davranmaya zorlamak, en başta o sevimli ruha zarar verir. Her kükreyişte ruhundaki letafetten birazını kaybeder; her hamlede kendi öz güzelliğinden bir parçayı harap eder. Kadın ve erkek eşitliği diyerek kadını erkekçe davranışlara itmek de en başta kadına zarar verir.

Aslında, bu vadide gösterilen kasıtlı ve yoğun faaliyetler, bir bakıma hiçbir şeyi değiştirememiştir. "Hüküm çoğunluğa göre verilir." kaidesinden hareketle şöyle diyebiliriz: Kadınlar yine fabrikatör olmaktan çok işçi, hâkim olmaktan çok kâtip, amir olmaktan çok sekreter, pilot olmaktan çok hostes, patron olmaktan çok tezgâhtardırlar. Zira, yaratılışı değiştirmek mümkün değildir.

Maalesef, kadına lâyık olduğu yeri bir türlü veremedik. Ya onun rızkı bize bağlıymışçasına, kendisine aşırı derecede hükmetmeye kalktık, ona haksız muamelelerde bulunduk, yahut, kendisine çok fazla fırsat verdik, onu erkekliğe heveslendirdik ve mahvettik.

ALINTIDIR!

"akıllı " "aciz"




Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Akıllı kişi, nefsini hesaba çekip, ölümden sonrası için çalışandır. Aciz olan ise, kendini boş istek ve heveslerine uydurup, Allahtan dileyip bekleyendir."
Şeddâd radıyallahu anh. Tirmizî.

6 Kasım 2008 Perşembe

"Vallahi,sizden hiç kimse yoktur ki ;

Birinizin gördüğü dolunay & başbaşa kaldığı gibi Rabbi & başbaşa kalmasın.Sonra Allah ona şöyle buyurur:Ey Âdemoğlu! Benim hakkımda seni ne aldattı? Ey Âdemoğlu! Benim için ne amel işledin? Ey Âdemoğlu! Benden ne kadar hâyâ ettin? Ey Âdemoğlu! Peygamberlere ne cevap verdin? Ey Âdemoğlu! Sana helâl olmayana bakarken Ben gözlerinin üzerinde gözcü değil miydim? Sana helâl olmayan şeyleri dinlerken Ben,kulakların üzerinde kontrolcü değil miydim? Ey Âdemoğlu! Sana helâl olmayan şeyleri söylerken Ben,dilin üzerinde murakıb değil miydim? Sen ellerinle helâl olmayan şeyleri tutarken Ben,onların üzerine gözcü değil miydim? Ayaklarınla sana helâl olmayan şeylere giderken Ben onların üzerinde gözetliyici değil miydim? Sana helâl olmayan şeylerle kalben ilgilenip dururken Ben,kalbinin üzerinde murakıb değil miydim? Yoksa sana olan yakınlığımı ve sana gücümün yettiğini inkâr mı ettin?"

2 Eylül 2008 Salı

Beyin Nasıl Başa Bela Olur !

ALLAH (cc), etten beyin yaratmış; bilgisayarları yapan, programlayan, insan beynidir. İlim ve teknoloji insan beyninin mahsulüdür. İnsanlar geri zekâlı olsaydı veya akıl olmasaydı medeniyet de olmazdı.

Beyni yaratan ALLAH, İslamiyet’i göndermiştir. İnsan beyninin vazifesi İslamiyet’i öğrenmek, anlamak ve yaşamaktır. Beyin yaratılış gayesi yönünde kullanılmazsa başa bela olur. Çünkü dolandırıcıların, sahtekârların bütünü akıllıdır. Kumar oynayanlar, en büyük suçları işleyenler akıllıdır. Akıl su gibidir; konduğu kabın rengini ve şeklini alır. Akılla vahiy bütünleşirse hakikat tecelli eder, ayrılırsa akıl başa bela olur, vahiy de anlaşılmaz. Avrupa medeniyeti de İslam medeniyeti de akılla şekillenir. İlim, teknik ve İslam ahlakı İslam medeniyetinin üç unsurudur.

Avrupa medeniyeti materyalisttir. Maddeye önem verir. Natürizmle maymun soyundan geldiklerini ilan ettiler. Darvin, maymunun çocuğu olduğunu söyledi. Anatomi yönünden insanla hayvanın yapısı birbirine çok benzer. İnsanı hayvanlıktan kurtaran dindir. Çünkü insana okuyan göz veren ALLAH, okunacak kitabı göndermiştir; Kur’an. İnanma duygusunu ruhumuza yerleştiren ALLAH, inanacak kalp vermiştir.

Kur’an’dan haberi olmayan hayvanların dini de yoktur. Canlılar içinde din sahibi olan yalnızca insandır. Bu sebepten dinden uzaklaşan, hayvanlığa yaklaşır. İslamiyet’te malın, canın, dinin, neslin, aklın korunması farzdır. Hayvanların böyle bir vazifesi yoktur. Onlar sadece karınlarını doyururlar, bu da sevk-i İlahidir. İnsanların yüzleri birbirine benzeseydi, insanlar birbirlerini tanıyamazlardı. Nikâhı ve mirası emreden ALLAH yüzümüzü farklı yaratmış ki herkes ailesini tanısın, hayvandan farkı olsun. Kediden farkı olsun.

İnsan vücudu bir çiftliğe benzer. Organlarımız o çiftlikteki aletlerdir. Bu aletleri, yaratanın emrine uygun çalıştırırsak dünya ve ahiretimiz cennet olur. Müslüman, organlarını İslamiyet’e uygun şekilde çalıştırmak zorundadır. Vücudumuz bir gemi ise; akıl kaptan, iman pusula, hedef saadet-i ebediyedir. Bid’at ve dalalet kayalıklarına çarpıp batmadan yolumuza devam etmeliyiz.

İyiliklerin bütünü ALLAH (cc)’tan, kötülükler de nefsimizdendir. ALLAH (cc)’ın yarattıklarında kötülük ve zarar yoktur. Alkol, tıp ve sanayide kullanılırsa faydalı, içilirse zararlıdır. Demek ki alkol içilmezse zararlı olmaz. Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil. Cennet gibi dünyayı başımıza cehennem edenlere, cehennem gerektir. Haramları süslediler, haramları reklâm ettiler. Müslümanları geri bırakanlar, dindarlara gerici dediler.

“Din hayatın hayatı hem nuru hem esası
İhya-yı dinle olur bu milletin ihyası”

Haramda medeniyet yoktur, helal daire keyfe kâfidir; harama girmeye gerek yoktur. Haramlar kötülüklerin sebebidir. Öğretim insanların bilgisini artırır, eğitim haramla helali ayırır, dünyayı cennet eder.

(Alıntıdır..)

Eyvah Aldandık (!)

“Eyvah, aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgar gibi uçar gider."

üstad böyle sesleniyor muhataplarına.
peki bu seslenişe muhatap olanlar ne düşünüyor bu hususta?

dünyayı sabit zannetmek, o zan sebebi ile zayi etmek(!).
asıl hakikati uyku ve yaşantısı rüya gibi geçen temelsiz ömrümüzü rüzgar misali geçip giderken nasıl yaşamalı ve nasıl bir tavır ve davranış içine girmeliyiz?

işte dünya, işte hayat ve işte biz.(!)

ÜÇÜNCÜ DEVÂ
Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahittir. Hem insan, zîhayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini, belki zîhayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belâları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nispeten en ednâ bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor.Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir.Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Sermaye-i ömrünü bâd-ı hava boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki:"Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan."İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir. Ondan şekvâ değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.

6 Temmuz 2008 Pazar

Sima da Bir Kitap

İnsanın, çehre (yüz) sayfasında, alnında, cildinde, ellerinin içlerinde Kader Kalemiyle, pek çok çizgiler, hatlar, nakışlar, nişanlar yazılmıştır.
Malumdur ki, insanın şu sayfalarında yazılan o kelimeler, harfler, noktalar, harekeler, insan ruhunda bulunan manalara, maneviyatlara, delalet ettikleri gibi, fıtratında Kader tarafından, yazılan mektuplara da işaretleri vardır.


(ALINTIDIR)

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Dirilişe Hazırlık

Gece sabahı bekler, sabah güneşi...
Kışın şiddetli fırtına ve soğuklarına göğüs geren varlık, bir baharın bağrında ilk uykudan uyanıverir. Artık kırda bahar, bağda bahar vardır. Yeşil bir örtünün ruba huzur veren kokusu dört yana sinmiştir.
Acıların boğum boğum kıvrandırdığı insana saadeti anlatmaya ne lüzum, o zaten çektiği ızdırabın dinmesiyle onu iliklerine kadar duymuştur. Nimetin kadrini o bilir. Sıhhat onda varlık olur.
Izdırap çekmemiş bir insana, kendisini, ufkunu ve neticesini anlatmak çok zor ve çok çetin. Boşa söylenmemiş “Kendisini bilen haddini aşmaz” Bilen, tanıyan ve kendi varlığının esrarını kavrayan...
En güzel şiir, ızdırap ve çile. En güzel mısra, fenada vücuda eriş. “Allah’tan başka herşey batıldır.” mısraının senaya mazhariyeti bu sırdan olsa gerek. Yanan kavrulan bir vicdanın feryadı...
Kitap kelimeler demeti. Çapına göre, bağ, bazen da bahçe olur. Orada güller başkadır, rüzgâr ayrı eser. Meyveler her an olgun ve taze. Bir hedefe meylin, uzun soluklu sesi olan kitap, acılar içinde kıvranan bir neslin rüyasıdır. Bu rüyanın kutlu tabiri saadetimizin menşei olacaktır.
Gece sabahı bekler, sabah güneşi.
Emareler asıllara bakar. Sızıntının menbaya işareti gibi. Bu gecelerin belirip kaybolan fecirleri, sabahı ve güneşi taşıyacağa benzer. Gönüllerinde sabah aydınlığını duyanlar az değil. Duanın el uzattığı hedef, boyun eğmişe benzer. Rahmet boşanmaya hazır..
Hapishane hürriyettir, vicdanı gerçekten hür olanlara... Ona ben günahlardan kaçış diyorum. Kendisini heveslerin yelkeninde bulanlar, hürriyeti arıyorlar. Hürriyet his ve heves değildir. Hürriyet onu duyanların zaferi. Ruhun sabahı ve kalbin şafağıdır. Allah’a imanın hazzıyla yaşayanlar hürriyete en çok mazhar olanlardır. O dem şiir, hayal değil; mısralar hakikatleri söyler.
“Zift dolu gözlerde karanlık kat kat,
Yalnız seccademin yönünde şefkat,
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan sen öp seccadem.”
diyen şair, bunları söylerken yaşadığı hapishane hayatı ona bir tatlı çilehane olmuştu.
Bütün inleyişler., ızdırap ve çileler güçlü bir hedefe yarışın cilveleridir. Hedefe varmaya niyetli olanlar bu zincirlerden geçmeyi başarmalıdırlar. Sabırlarının dağları eriteceklerini kendileri de göreceklerdir. İhlâs bu bezmin sonu. İhlâs benliğin baharı ve insan imanının güneşidir...

Ahmet Maraşlıgil

Template by:
Free Blog Templates